28 Şubat 2010 Pazar

teleskobumun merceğine saklasam seni // 1

Arkadaşım mutfağının ön kısmında ki balkonu kapatarak
kendine, kendi evinde bir alan hazırladı...
Bunu birlikte gerçekleştirdik. Biz eski kızlar bunu seviyoruz...
Her türlü ağacın prototipi, türlü çiçeğin hoş kombinelerini,
bu küçük ama sevimli
odacığa ( limonluk deniyor batı ağzıyla) yerleştiriverdik...
Ortak sevdiğimiz renk olan turuncu hakimiyeti var…Bir de benim berbat tablomsularım mevcut
( bu sanat dışılıklar sanattan hiç anlamayanlar tarafından seviliyor)
İki sallanan koltuk, eskiciden alınmış sehpa yine eskiciden aldığımız
ve düzeltmek için 10 gün
kafa patlattığımız salıncak...
Bu küçük oda, hava boşluğu gibi, soluk almamızı kolaylaştırıyor...
Fırsat buldukça kaçıp dinleniyorum - ruz. Bu odanın özelliği var.
Arkadaşımın oturduğu sitenin koşu

parkuruna bakıyor oluşu ve aklıma geliveren bir diğer özelliği de
sanatçı – manken ,fotomodel ve daha bir sürü,,,??olduğu
varsayılan birinin evini, tam karşıdan kesiyor olması... Yani, müthiş bir
dedikodu malzemesi, biz magazin asıllı kadınlar,
sallanan koltuklarımıza oturup, sanat adına soyunan,
sanat adına sürekli sevgili değiştiren ve
yine sanat adına manasız demeçler veren
birinin evini gözetliyoruz...
İnanın çıplak ve makyajsızken iğrenç görünüyor! Deve gibi bir boyu var.
Yalnız Sezar'ın hakkı Sezar'a
gözlerini bir erkeğe diktiğin de en baba adamın dayanıklılık süresi
10 dakika o da iyimser tahminim…
Tam sayı veremiyoruz ama yaklaşık 12 (oniki) sevgilisi var.
Bunlar belli süreler ve günlerde sanatçımızı ziyaret ediyorlar…
Sanıyoruz ki sanat adına hayırlı şeyler olacak!
Evli sevgilileri ki bunlar akşamları geliyorlar.
Ya da karıları konkene,kuaföre dalmışken
onlarda sanatçımıza dalmak istiyorlar…
Orta yaşlı hoş adamlar,harika arabaları var…
Hiç genç erkeğe rastlamadık,
para bu yaşlı kertenkeleler de…
Gelen yaşlı hovardalardan( raconu bu tabir)
belini düzeltip yürüyeni yok, uzaktan bakınca bel fıtığı,siyatik, lumbagonun
etkisi altında olduklarını anlamak mümkün.
Belki diyoruz; bu bayanın bir gizli tedavi yöntemi var…!!
Kemal böyle söylüyor:)
Hatta o tezahüratını bile yapmış..
“””xxxxxx beni tedaviii etttttt”””
Andropoz canavarlarına duyurulur!
f.

devam edecek bu konu hoşuma gitti…
saat 17:29 Elton John - Nikita dinlenmekte
şekersiz kahve lüpletilmekte,,,






27 Şubat 2010 Cumartesi

annelik notlarım 1990

(bir küçük çocukla anası 1995)

17 kASIM 1990
oğlum doğalı üç gün olmuş. Günlüğüme aldığım notlar;

bir erkek bebek doğdu
üçüncü günü bugün
Yiğit ama (yigido)
komik birşey
uyuyor, emiyor, kaka yapıyor, uyuyor, uyanmıyor
babası deli
eve tezgahı kurmuş
fotoğraf stüdyosu gibi çalışıyor
akrabalar çıldırmış
pipisine bal sürülmeliymiş
ballı olsun diye (tövbe tövbe)
teni tuzla ovulmalıymış
kaynar içilrmiş burada
ısıt dediler
ısıttık
kaynatmamışız ayıp olmuş,
 kaynar kaynatılmalıymış onun için adı kaynarmış
hadi lan için işte dedim, tuhaf tuhaf baktılar
ben de gidip bebeğe baktım, benimki de tuhaftı
babaannesi leğen almış
e küvet vardı dedik
yok leğende yıkanmalıymış
yağlı ballı yemeliymiş,
 süt yaparmış, muş, miş, mış
agop'un kazı gibi yediriyorlar beni,,
saman istiyor canım!
oğlum pembe bir şey
odasına lila rengi boyadığım iyi olmuş..
kendim boyadım karnım burnumda
iki de ayıcık resmettim gerçi daha çok,
 tilkiye benzediler ama!
bir gün önce sancıdan ölüyordum...
ama yine  de seviyordum...
bak yine ağlıyor...
oy oy çok bokluuu bu....
geldimm bebemmm ineğin geldiiii....





26 Şubat 2010 Cuma

kıkırdak doku


İterek veya çekerek, kafasına göre dönerek,
 içinden geçmek için yaratılmıştır tüm kapılar.
 Işınlamasalarda cisimleri,
aktarırlar bizi, bir mekandan başka bir mekana,
 bırakmadan izimizi...
Bütün kapılar açılmalı, sonra tekrar kapanmalı. İş arsızlığa vurursa o kapılar kitlenmeli.
Ancak tüm anahtarlar elinizde de olsa hiç bir kapı ile şaka olmaz.....
 Anahtarı unutup çektiğiniz an o kapı bir daha açılmaz,,,,,,
Ne çeşit olursa olsun, anahtar deliğinden baktığınız zaman cinsel bir özelliği vardır kapıların.:)
 Fakat dikizlemek ayıptır hem etiğe aykırıdır....
 Kapının ardındaki kimmiş bilelim bize yeter.
Yerin kulağı, kapının gözü vardır bakıp görmek için,,,
 ardındaki şahsiyeti.,,,
Yani...
"Kim o?" deyince, "Benim" diye cevap verdin ama,
bakalım gerçekten sen misin anlayalım...
Otomatik kapılar vardır bir de.,,,
 Açılır yaklaştığınız zaman.
Onların işi budur, severler hayatlarını.
Açılırlar bize!!!
içlerinden geçmek istemesek bile!!!
Bazen sırf mutlu etmek için onları,
 dalarım hiç bilmediğim binalara.
Bu sebepten dolayı maruz kalmışımdır
"Ne giriyon abla?" veya
"How may I help you lady?" gibi abuk sabuk sorulara.
Bazı kapılar da kalleştir.
İçinden geçtiğiniz an,
kapanıverir ardınızdan,
yalnız bırakmak için sizi,
binlerce kişinin ortasında.
Ya da daha beteri, bir türlü kapanmazlar.
Hep yarı açık bir şekilde,
ya geceleri ışığı
ya da kötü havalarda rüzgarı alırlar içeriye.
Üstelik rahatta vermez bunlar.
Azıcık itecek olsanız gıcırdar,
öbür odadaki eşi dostu uyandırırlar...

Dikkat edin dostlar!
açmak istediğiniz kapıya.,,
gıcırdatma!
uyandırma!


20 Şubat 2010 Cumartesi

darbe günlüğümden 1 ::::::::::::::::::::))))))))

1. Gün
Ani bir ayrılık duvara atılmış yumruk gibi. İlk başlarda acısını hissetmiyorsun. Ertesi gün parmaklarının bittiği yerden başlayıp beynine ulaşan bir sancıyla uyanıyorsun. Parmak uçlarını hissetmekte zorlanıyorsun. Hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünüyorsun. Özürlü gibi hissediyorsun kendini, engellenmişsin hayattan. Eski neşen kalmamış, diğer insanlar gibi değilsin artık, yürüyüşün, bakışın, sözlerin, hayallerin, kısacası dünyan değişmiş. Kimseyle paylaşmak istemiyorsun acını. İçinde bir yerde sıkıştırıp unutmaya çalışıyorsun. Oysa gözlerine bakan dostların, bakışlarındaki değişiklikten anlar birşeylerin ters gittiğini. Birşeyler ters gitmiştir, duvara toslamışsın.....Bu ben değilim.........ben miyim?
2. Gün
Gittikçe doz artıyor, kanıma zehir karışıyor, geceler ağırlaşıyor, şarkılar batırıyor dikenlerini, çocukluğumdan ve saflığımdan uzaklaştıkça dünya daha da gurbetleşiyor.
3. gün
Milyonlarca böcek var göğüs kafesimin içinde. Tüm insanlık ölmüş dizlerimin dibinde yatıyor.



çay kaşığı ile idare etmek zorundayım///:))

Hiç ummazdım ,,oldu
Sonbahar da,,
hediye gibi geldin HOŞGELDİN,,
seyirlik değil ömürlük olsun,,,
bir yastıkta nasip olsun
gelll koynuma gelll boynuma gelll
akşam gözlü esmer,,,,
S. Aksu
---bunu bana da yazdırabilecek bir kişiyi bile
 tanıyamamış olmak gerçekten kırıcı!!
Karşımda oturuyordu....
 Gözleri,, nemli ve kısıktı, insiyaki gözlüklerini yokluyordu,,,
dudaklarının kenarında da takılıp kalmış melankolik bir tebessüm vardı...Anlamlı olmaya çalışıyordu... Birşeyler anlatıyordu, insanların sosyalleşmeye çalıştığı mekanlarda birbirlerine anlattıkları sıradan, yararsız ziyan şeyler. Dinliyormuş gibi yapıyordum ama dinlemiyordum. Tek dikkatimi çeken elleriydi, konuşurken salladığı ince parmakları Endülüs'de ateşin başında rakseden yanık tenli çingene kadın gibi cömertçe salınıyorlardı ve ellerine baktıkça sarhoş oluyordum. Bir sigara yakıp fincanın içindeki çay kaşığıyla ilgilenmeye başladım. Hayat sıkıcıydı, ulaşamayacağım erkeklere aşık olup bana ulaşamayacak erkeklerle aynı masayı paylaşıyordum. Bunu neden yaptığımı da bilmiyordum, belki sadece merak ya da ümitsiz macera denemeleri. Sıkılmıştım, orta sınıf grunge özentisi yapay entellektüel, hayat hakkında avangard tarzlar güden akıllı gibi duran Matrix özentisi biyonik erkeklerden. Yarım milyarlık cep telefonlarını masaların üzerinde kısa marlboro paketlerinin yanında sergileyerek ve saçlarını dikerek ilginç ve heyecan verici olduklarını zanneden sürülerinden, mutlu kadınların, erkeklerin doldurduğu bu boktan mekandan sıkılmıştım, ondan sıkılmıştım, ümitsiz bakışlarından ve tüm bu sağlıklı pembe suratlı kalabalık içinde gün batımı manzara resminin üzerine konmuş sinek gibi duran kendimden sıkılmıştım.,,,,



Sessizlik..........

integralimi sıfıra çek limit sıfıra gider....


18 Şubat 2010 Perşembe

aşkına eşkiya blogcuuuuuuuu 1( 5. yıla giriyorum orada)

Blogcu  New Osmanlı'nın etkisi altına girdiğinden beri..
Yani F ( firdevs değil:) )ciler ,
doğu masalcıları, doğu - batı 'yı döver komplexlileri,,,, full komplex...
ulan, batı size ekmek atmasa açlıktan tıngırdıyacaksınız...kabul edinnnnnn 
Daha da Davos'a gitmem...artık New York 'ta buluşuruzzzz!!!!
Amaç ne?
Amaç /// bakın heeee biz buaradayız , baskılıyız!! ama hunhar birer katile dönüşebilirizzzzzz !!! hııı..sizi gidiler sizii...hımmm...
hacı cav cav oku nurun artsın!!! ahmet bin tallal, necip bin falfal garip garip adlar,,, öff be   çok acayip!!... ne seviyorlar kulluk edebiyatını yav,,,,,,, baydılar...............
Çeşitli semavi alıntılar, önce hak yeme !! hak!!! ..önce dedikoduyu bırakkk, bırakkkk,,,onun bunun karısını , kızını tavlayıp yatağa nasıl atarım alt düşüncen mıh gibi yapışmış alnına...
 Bugün  ölsen ne bok yersin ? edebiyatı .... vır vır...Kimse müslüman değil Allahtan bunlar var da hepimiz ilim irfan yumağı olduk...Çoluk çocuk bastı her yanı... aman bir sünepe cümleler ıyyyyy...
Biri  bloğuna 8. Henry'nin resmini koymuş işte çıplak dötlü adamların üzerinde oturan kral...diğerleride yazmış ,,, insanları ezmiş,,,cart curt ....ulen o kral ezer geçer,, keşke beni de:))))):PPPPP
zübükler,,,, kıçını çekemeyen heriflere bugün biat ediyorsunuz buna ne denir?

harbi blogcuyu burada yerle bir etcem...
ama onlara söylemeyin haaaaaaaa..... orada yalakalık yapıyorum:)))

riyakarım işte var mı bir şey diyen?
efenim duyamadım?

ganj>> mavikadife'ye tek dalıyor:))

17 Şubat 2010 Çarşamba

evet, olacak,,,,,


Durmaksızın yürüyorum bu kıyılarda,
kumla köpüğün arasında.
Yükselen deniz ayak izlerimi silecek,
rüzgar köpüğü önüne katacak,
ama denizle kıyı daima kalacak.
Kalacak biliyorsun,,,,,,,,


14 Şubat 2010 Pazar

beni hatırladın mı?

Kendisine geç kalanlar için direniyorum. Kendimi kendimden uzak tutmak, boşa dönmek değil, başa dönmek için ayak diriyorum. Kiminsem onu bekliyorum. Her şeyin oyun haline getirildiği bu tuhaf yeryüzünde gerçeğe nasıl bakılabilir ki?.... bakmayı öğreniyorum... Dünya büzülmüş, dizlerinin üstüne çökmüş!..Fakat benim iyi huylu, gülümseyen düşlerim, annem yaşında susayan özlemlerim, isyanlarım, entelektüel meraklarım, küçük burjuva zaaflarım, öfkelerim, kimseyle uzlaşmak istemeyen bohem suçlarım var.
Beni hatırladın mı?
Her yanım dost kapısı, her yanlışım bir pencere, bir adım daha uçsam, boşluğum acır. Aşktan başka oturma odası kalmış mıdır?..Ölüm,,,önüme aksın ki zeytin bir kız çocuğudur iyi bakarsanız defne olur!.....Yanıma aşktan başka kimseyi almadan çıkıyorum sokaklara.... Eski hayal çocuklarıyız ya! Sevmek için çıkarız sokaklara!..Sürekli ağaçlardan düşüyoruz madem, çıkalım artık akan bir nehrin güneşine!..""""Herkes kendi katkısına göre ödülünü alır """""""""""
"demiş birisi...Bilmem ki, şu geçip giden turnalara sormak lazım.
Beni hatırladınız mı?
Ölümü eskittim, geliyorum,,,,nihayet yanlış yapmaktan korkmuyorum, güneş gibi bir silgim var biliyorum,,,, hadi uzat ellerrini ve söyle bana beni hatırladın mı?






****

Uzaktan baktım. Suçsuzluğunu büyüterek aşkla yürüyordu... Sanki yeryüzü yüzüme yürüyordu. El salladım ona... Sanki bir yıldız yürüyordu... Sanki bir gecenin duruşuydu... Ama o durmuyordu!.. Yüzüme doğru yürüyordu!.. Onca yürümeyen, onca bozuk giden, onca darmadağın, onca parçalanmış hayatları birleştirmeye çabalıyorken o yüzüme doğru bir şehir fırlatıyordu... Beyaz ve mavi çizgili Fransa’dan aldığı gömleği ve üzerinde çok rahat duran pantolonuyla adam sonsuz yürüyordu... Sanki bu dünyaya yürümek için gelmişti... Bir kitabın içinden kaçmış gibi, hiçbir şiirde kullanılmamış bir dize gibi, sanki bu dünyada hiç olmayan bir şeymiş gibi yürüyordu!..


,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,06 Ekim 2005 saat 14.00

13 Şubat 2010 Cumartesi

sevgilim güzel kokardı


her aşk başlarken pembe
ayrılıkta siyah yalnızlığın
(herkes arar pembesini
oysa yoktur kendinden ötesi
kimse sevmez yalnızlıkta gölgesini...)

herkes bilir gitmesini
bir zaman öğrenirsin
gideni sırtından öpmesini..
herkes yaşar hasretini..
herkes geçer gençliğini
herkes.. buğusunda anıların
yitirir kekliğini..

Yılmaz ODABAŞI

benim için AŞK ;yağmurda yapılan sulu boya resim gibiydi,,,
şimdi tüm renkler birbirinin içine geçti,,,

"""Seni saklayacağım inan
yazdıklarımda, sözlerimde
sen kalacaksın kimse bilmeyecek
ve kimseler görmeyecek seni
yaşayacaksın gözlerimde"""

   hangi iklimlerde
 esip duruyorsun ki ;rüzgarın yüzümü sızlatıyor,,,















12 Şubat 2010 Cuma

quasimodo'ya göre esmeralda


Dinime küfreden bari müslüman olsa!
sıkışmış kişilik,
cüce bir geçmiş
çaresizlik
saldırganlık
net sapkınlığı
acınası bir konuşma tarzı
kürk giymiş ama kıçı açıkta
iyilik timsali
övünmekten soyunamıyor!!
araştırmacı!!! yazar!!! hokkabaz!!!
okuduğunu anlayamıyor
sürekli yargılıyor
derin bir komplex
sıradağlardan bir dağ?
önce armudu bir dişle, sonra taşla elma ilen narı
be kuzum
sat çuvalını ipek diye biz alkışlamayı sürdürürüz:))


mutfakta


Nasılsa yitirmeyi öğrendikçe insan olduğumuzu hatırlıyoruz....  Zerrin kız senin koca seni ne biçim geyiklemişti? Boşadın hemen ...ben olsam boşamaz onu süründürürdüm.....Belki de çok kül yuttuğumuzdandır !!!dilimizdeki ekşimsi “ Ölüm, beni kandıramazsın, aklımda! “ demişti B. Necatigil! Ve bilirim ki “Casablanca dans salonunda yangın çıkışı yok!”
Nigar Şu kemal var ya ,,şu kemal,,,,,
ee ne olmuş Kemale???
öpcemmmmmmmmmmmm..
şimdi yazı yazıyor seni böyle zurnaa gibi görürse!!!
vıyyy kırarrrrr...
Aramızda en zurna Gülşen,,,
bak dart oynuyor ,,hep karavana anasını satimmm:)))
----az iç bak
nigarım malatyalım kız hele kömbe yaptım  getirsene yiyelim
---ayyy kusacak bu gözler döndüü
kusarım .....iyğğğğğğ
 Galatasaray var yaaa....
yeni bir adam aldılar acayip yakışıklııı
maça gidelim....
---o elinde ki ne?
Oskar,,,
Oskar mı?
o sıkarrr sıkarrrr ehhhiiiiiii..
-kim?
benim eski camış,,
elin oğluna camış diyor
yemişim elin oğlunuuuuuuu,,,
Kemal ağbin gelirse bana kızacak,,,
evettt kızsıın sen içirdin beniii:))
ağbiii bu saki kılıklı karınnnn,,bana iç dedi,,,
Zerrin hele bir türkü diyelim,,,
---hangını??
"Mavi yazma" güzel söyleyelim bir iyice ağalayalım yarına leşimizi bulsunlarrrr ,,,,
Farkın da mısınız ? değilsinnnnizz benim hayatım ölümle  karıştı.... Aşk giderek irtifa kaybediyor,,g... gibi kalacak sonunda,,, Fazla kelime israf mıdır?
 kapa çeneni o zaman densiz ...
Yoksa İsrafil borusu bu kadar uzun boylu muydu!!!
Kim kız?
O....
O da kim?
hand made yaptım ya...
hani bana aşık oldu yaaaaaaa..
heeeeee sen bilmiyorsunnn..ben yine bir bok yedim:)))
şişşşşşşşşşşşşş biri pencereyi açık unutmuş içeriye dolan temiz hava sarhoşluğumu zedeliyor!!!

Nara atcemmmmm

Şu aşk aleminde çırak bile sayılmam uleynnnnnnnnnnnnnnnnnn
Çarpalım kılıçtan sözleriii aşk yenildiiii hayal kiminle takılıyorrrrrrr?
Hayatımda kimse yokkkkkkk ama ben varımmmm;;,ehhhi
yav bu zerrin çok güzel kadın ya,,, bunu klonlamışlar sanursamm iki iki görünüyorrrr!!
şeb-i aruz mu var? ne dönüyonuz yahuuuu....



Nigar
Gülşen
Zerrin
Firdevs



bir köpek bir köpeğin arkasından ağlayarak koşarsa aşk olurmuş!

Sanki her kelimenin içinde bir "yanma"noktası var.... Sözcükleri, kendini bile tutuşturamayanlar, nevrotik bir güvenlik ihtiyacıyla çöreklendikleri çamurda "Aşk" adına geviş getirmeye mâhkum ediliyorlar,,,,Her şey ve herkes yarım kalmış ötekini arıyor. Yine de hüzün yerini gülümseyen bir güneşe bırakıyor nasılsa? Ve gül bahçesine gönlü cömert bir yağmur da yağmalı.,, Yağmura ihtiyacı var kadife yüzlü çiçeklerin ve yağmursuz nasıl yaşanır ki, hayat yok demektir o zaman ve hem gül yağmura değmişse bereketinden geçilmez Aşk'ın!


"kalbimde oturuyor zaman tamircisi”
K.İskender

"Gül Tekniği’ni kullan ganj :) "Sağlıklı ve doğru olanı ayır; kuru olanı kopar at!
Rahatlatıcı....



10 Şubat 2010 Çarşamba

bi sana *** bi de bana*****

Ten ve gül arasında, riya ile ölüm arasında,
sokak lambaları sönüyor!..
 Biliyorum ‘martı’ diye bir bağırsa,
 bütün deniz ayağa kalkacak!..
 Sanki “küçük şey yoktur” demek için  yazıyor!..
Sanki hep birini bekliyor gibi, ruhunda kırık bir ay telaşı!
Ya da bir tenha hüznü, kimsesiz bir yaseminin
 akşam olma hali ,,,yani!..
 Her şeyin kanadığı bir dünyada küçük bir blues tavrı!....
 Çocuklar parmak uçlarıyla yaşarlar çünkü; değil mi?!..

Hiç bir şeyi,
hiç kimseye kanıtlamak zorunda değilim,
 aşk yaşasın diye mi  yapıyorum bunu?
Bilmiyorum....
.Hiçbir zaman ödünç bir hayat yaşamadım ,
 yaşadığım hayat kendime ait,
cılız “carpe diem”,
 ve
“chi non lavora, non fa l’amore”,
doğrudur; Aşk'ın çalışkan
kızıdır ve çalışmayana aşk yoktur!..

 nihayet,,,,
Ay sonatı başlasın, menekşeler gülümsesin,
 pervaneyiz ya!!!,,,,, uyanmasını bekleriz mevsimlerin,
                 biz sevmenin her yerini gezeriz,,,,
 sıkılırsak buralardan bir gemiye biner çeker gideriz,,,
mi?!!!




7 Şubat 2010 Pazar

gel,sevgilim aşk'ın içine edelim

Daha fazla mutlu olmayalım. Zaten eskisi gibi olamıyoruz  ne kadar istesek de.
Beş yıldır tanışıyoruz. Seninle olmak güzel bir fikirdi. Ama benim kaderimde sürekli ayrılıklar var. Önce rafael, sonra topetto , şimdi de sıra sende. Sonra ise Allah kerim. Bu dünyada olan biten herşeyden nefret ediyorum. Herkesten,,,, bilhassa annenden, evimize girip çıkmasından bana laf sokuşturmasından, sonra senin bütün arkadaşlarından. Örneğin işkembe suratlı Merve 'nin gecenin bir vakti içip içip seni aramasından,,,biz çocukluk arkadaşıyız diyerek sana sarılmasından ...Sonra kendimden ve  elbette senden,,,akşamları çiçek getirişini bir lütuf olarak görmenden, şarabı açarken sürekli konuşmandan.....Biliyor musun ,,,özellikle yapıyor Şevket  ve Niyazi sanki ya sana bir zarar verecek, ya da bizimle ilgili benim ilgilenmeni istemediğim konularla ilgileniyorlar. Ben sadece seninle birlikte olup herkesten ve dolayısıyla her sorundan uzak kalmak istedim. Sen de dün akşam böyle dedin...bencil aşk'a varım dedin ...Bugün de konuşacak kimsem yok diyorsun. Benim de yok. Sadece sen varsın. Ben sana açılabiliyorum. Sen ise açılmak için bir başkasını arıyorsun. Tamam olabilir. Ama neden bana değil? Veya bunda benim suçum ne  yeterince yetmiyor muyum?Neden hemen kızıyorsun? Sinirleniyorsun?..... Öfkeleniyorsun?... Neden hep kızgınsın? Yeter artık.... Yeter....
Benim de bir canım var. Ve dayanacak fazla gücüm kalmadı. İlk defa bir insana bu kadar kızabiliyorum. Bunu başardığın için umarım mutlusundur ve bir o kadar da vurdumduymazsın. Hep sana ince , kibar, ılımlı davranıp senin sorunlarınla ilgilenmek gerekiyor. Tamam yaparım,,,lakin olmayacak olamaz, yapamazsın tavırlarıyla beni dinlemeden red etmediğin sürece. Bu dünyayı artık sevmiyorum. İçindekilerle birlikte.
Tüm bu düşüncelerimi günlüğüme yazarken senin sanki yirmi yıllık evliymişiz gibi gülümseyerek televizyona dalıp gitmiş olman....Tanrım.....
Şimdi yukarı kata çıkan merdivenlere ulaşmak için 10 Metre var...acale edersem bavulumu toplamam, yüzüme acıklı ifade vermem ,,ve kapıyı çarpmam toplam yarım saatimi alır...ve doğru gar...Biletimi alır kompartımanıma yerleşirim....Gözlerimi kapar , gecenin hülyasına dalar ,,, seni de unuturum......
hepsi bu..............................

4 Şubat 2010 Perşembe

değişim ayrıca iletişim ve vesaire

Annelerin ninnilerinden

spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.

N. Hikmet

Gidenin hüznünün olduğu yerde, gelenin gelmekte
olanın umudu ne güzel...

Buğulanmış camlara gün gelir adını yazarsın
dışarıyı görsen de olur görmesen de
içindeki fırtına yağmura vurur
alkımın siyaha
kızarsın
elinle siler adını
yeni baştan yazarsın

//////////// Bu aralar Cemal Süreya şiirlerine dadandım tabii Ahmet Telli ve Yılmaz Odabaşı manyaklığımda sürmekte... ve tabii Sheakespear...
İyi günlerdeyim,,,
,,,, iyi dostluklarıma daha iyilerini eklemek için uğraşıyorum aslında uğraşmıyorum ,
kendinden oluyor.Öyle biri geliyor ki; onunla rekabet güzel ,onu sevmek güzel, seni anlaması güzel, aynı espri dilini kullanmak güzel, hayata bakışını yargılamadan kendininkini öne sürmesi güzel, zerafeti, letafeti, müzik anlayışı, yazım kalitesi, ahengi güzel...güzel oğlu güzel...
Gözlerimi kısarak okuyorum yazılarını ,kahvem sıcakmış umrumda olmuyor hüppp diye çekiyorum,, arada ağzım da yanıyor ...dedim ya umrum değil...
Dostluğun sıcaklığı sarıyor beni...
Kim mi?.....söylemeyeceğim...o kendini biliyor....
Biliyorsun değil mi? boşuna demiyoruz ,,,yarı kraliçe yarı kral diye:))


selam,,,,,,,,,,,,,,,





3 Şubat 2010 Çarşamba

çürük domatesler - mutsuz manav

Amazon kadınlarıyla karşılaşmak oldukça hazin...
Modern zamanların yalnız ve entelektüel kadınları...
Bu tür bir yazgının salt bana özgü olmadığını bilmek, bu yalnızlığın sonunun hiç gelmeyebileceğine ilişkin şüphelerimi doğrular.
Bende derin duyarlılıkları, entelektüel birikimleri, sosyal başarıları ve başarısızlıkları yaşamla barışıklıklara ve garip içgüdüsel güçlere rağmen hayatı genelde yalnız geçiren kadınlardan biriyim...Bunlara rağmen değil de, belki de bunlar yüzünden diye
düşünüyorum kimi zaman:))
Hayatı doğru yaşadım diyoruz ya da demeye çalışıyoruz....
Ender rastlanan dost sofralarında konaklıyor, iyi bir kariyere doğru yürüyoruz veya çalışıyoruz tüm bunlar için. Ayaklarımız hiç yere basmıyor, görmediğimiz, duymadığımız, okumadığımız bin bir şeyin özlemi içerisindeyiz.
Hayatımızın geri kalan kısmında da çocuksu şaşkınlığımızı ve masumiyetimizi korumak istiyoruz.
Ama yalnızız! Duygusal gelişimimizi sürdürmek için hayal gücümüz ne olursa, olsun birine gereksinim duyuyoruz. Mamafih, dünyanın bin yerinde milyonlarca insan aç açıkken, insanlar bizim "erkek" sorunsalımız hakkında ne düşünmemize, ne de üzülmemize izin verirler!!!
Yapacak onca şey vardır....
Allah aşkına, liseli kızlar gibi tepinip durmanın anlamı
ne??? ...Oysa evrenin tüm diyalektik yasalarını hiçe sayıyordur hayatımız.. Yoksa bir yerden sonra hayatın bizi hiç şaşırtamaması mı şaşırtır hale geldi? Bakın, hala şaşırıyoruz işte..Lakin,,,
 hesap ortada;
* 20 yaşın altındaki erkeklerin kıymetini pek nadir biliriz. Tecrübesizliğimize verin, masumiyetin zamanla yitirildiğini, yitirmeden
önce kim bilebilir ki?
* 20-30 yaş arası erkeklerin nerdeyse tamamı (PFLT)
 post first love trauma geçirirler.
 Bu travmayı atlatanlar iyi park yerleri gibi hemen kapılırlar... Atlatamayanlarsa, ömür boyu bir daha kullanılamaz hale gelir.
Ama yine de %50 şansımız vardır, tabii eğer doktorculuk oynarsak!
* 30-40 yaş arasında "evcilleştirilememiş" erkekler hayatlarını çoktan bir düzene oturtmuşlardır ve gelip onların hayatlarına entegre olmamızı beklerler.
Sevgililerini kendilerinden 10-15 yas küçük hatunların arasından seçmeleri, oyunu kendi kurallarıyla oynamalarını kolaylaştırır.
Kadınlar da, Napolyon gibi "herkesin kaybettiği yerde kazanacakları" yanılgısına düşer
ve "ha son bir fırsat", belki değişir
diye boş yere çırpınıp dururlar... Şansınız (mız) %20
* 40 yaşın üzerindeki erkekler ise evcilik oyunundan sıkılmış ve boşanmış ya da uzun süreli beraberliklerden nasiplerini almış yorgun savaşçılardır…Hiç bir "işinize"!!!! yaramazlar. Yaşlanmanın önüne geçebilme umuduyla ARh+, ARh- falan ararlar. Şansımız yok, olsa da kaybımız olur...olabilir.....
Zekası, hayal gücü ve duyarlılığı libidosuna denk bir erkek talep ediyoruz sanırım. İyi hoş da, bu memlekette çocuksu şaşkınlığını koruyabilen, masumiyetini yaşadıkları ile bütünleştirip hazmedebilen ne kadar erkek var sanıyoruz?  "vay beni afallattı ne de cengaver "diyebileceğimiz? Evcilleştirilememiş bu standart üzeri adamlar korkunç egolarının sarhoşluğunda o kapı senin, bu kapı benim geziyorlar.
Bu adamlar,karşılarına hayatı doğru yaşayan ve yasayan ayakları yere basan,talep etmekten çekinmeyen ve her şeyi sorgulama hakkını kendilerinde bulan kadınlarla karşılaştıklarında apışıp kalırlar. Her şeyin kolayı varken, işi bu kadar zorlaştırmazlar bilelim.........,,,ki öyle yapıyorlarrrrr....
- İlişkisiz ilişkiler -den bir ilişki seçme tehlikesi var!
 Peki ya standartların altındaki erkekler...
-markacılar, sevmediği müziği moda diye dinleyenler,fikirsizliklerine taç takanlar-
"Sosyal kimlikler, entelektüel kaygılar bir yana,kimya bir yana" yanılgısına düşeriz kimi zaman da. ( durum daha da vahim yani)Tartışmasak da olur der, egomuzu bir yana bırakır, içgüdüsel yaşamaya karar veririz. Ama onların da bizi hazmedebilmesi çok zor, mirim:)))
Biz onları bütün zayıflıklarına, zaaflarına karşın benimsemeye başlar başlamaz, onlar da bizden vazgeçiverirler. Öncesinde her şeyin paylaşıldığı ender kadınlardan biriyken, kendileri gibi bir erkeğikabullenir kabullenmez, onların gözünde zayıf ve bağlanmaya hazır bir kadına dönüşüveririz....
Hoşlarına gitmez ve korkup kaçarlar. Biz de gereksiz yere özgüvenimizi köşeye sıkıştırırız….
"Yoksa yeteri kadar çekici değil miyim?
"Zeki değil miyim?"..............................
Elimizde kalıvermiştir maytap gibi patlamaya hazır sevgi ve şefkatimiz... Böyle zamanlarda Pavese okumak iyi
gelir, aklınızda bulunsun,he bir de yoga !!!:)))))
Prensi öpmüşüzdür, kurbağa olmuştur.
Kurbağayı öpmüşüzdür, kurbağa kalmıştır!!!!!
Oysa çocuksu hallerimizi korumaya kararlıyız. Oyunlar, yalanlar, koşullar iste ortada. Bunları bile bile hangi arayışa devam edebiliriz ki? Talepkar, cüretkar, hayatı bir destinasyon (masal) değil de bir yolculuk gibi gören kadınlarız da, bizi duygusal, sosyal, entelektüel yönden tamamlayacaklar nerededir? eeee !!!Yoklardır…
Kısacası 10 kasa domates içinden eve götürecek 10 kilo bile sağlam domates çıkmıyorsa, ne manav ne de domatesler arkalarına yaslanıp oh! diyemez.

ALINTI OLMA İHTİMALİ OLSA BİLE ....NEEEEE? OLABİLİR DİYORUM KARAR SİZİN...

AKHENETON >>>Bir erkek hemde karısından korkan bir erkek
nasıl bu kadar pervasızca bekar , çok güzel !! acayip hoş !!! bir kadının bloğuna yorum yapar?

2 Şubat 2010 Salı

Duygu sezginin dinamosudur

Fotoğrafta ki sarışın küçük kız büyüyünce ben oldu...



******





yazgının karalıklarında hiçken
kör kuğunun yamaklığına yelteniyorum
içimi kussam bir sürü telaş...


Kızın yüreği, bir felakettir bazen. Yürekte kaynayan volkanik yatak kurban istemektedir. Kız için sözcükler ketum bir hal aldıysa, yani hakkı ve görevi olan yerde durmuyorsa, hem yaşam için, hem kız için işkencedir. İşkenceden kaçış olanaksızdır. Dahası kızın intihar çizgisine ulaşmış konumudur. Evrende teselli adına hiçbir şeycik yoktur ona göre. Anlamın binlerce ayrıntıda gizli olduğunu keşfetmiştir. Anlamsızlığın da...


Bu kız aşk için ne yıkımlar yaşadı, yaşıyor özünde... Evet evet, bazen bir sözcük insanın dünyasını zindana çevirebilir. Aşk'ın bitmemişliği kadar acı veren başka ne olabilir ki? Vazgeçilemeyen bir imge cehennem mengenesi gibi sıkar. Orda kalp durmuştur artık. İlerlemez. Zamanını bekleyecektir en büyük olasılıkla.
Ya da 'prematüre' kayıtlı kalacaktır dosyasında.
Sessizlik!.

En güzeli değil mi bazen? Bunu da düşündüm. Bir ara siz de düşünün dilerseniz. Hele hele bir kalabalığın içinde herkesin konuşma olasılığı eşitken. Ve bir süreliğine, ilk konuşan olmamak için herkesin sustuğu anı bir düşünün. Ne saygın bir çekingenliktir o, sanki bulaşıcıdır. Ki, herkes soluğunu tutup bekler... Müthiş bir yaşam  ucudur beyinden beyine dolaşan. Aşk suskunluğu gerektirir kimi hallerde; yok yok çoğu hallerde Susmanın ardındaki sessizlik kutsaldır, denecek kadar büyülü/gizemli görünür....

Bu küçük kız büyümeseydi eğer,,,onu tanıyamayacaktı...hiç acımayacaktı,,,,hiç susamayacaktı,,,prematüre kalacaktı.........................