9 Temmuz 2010 Cuma

bir bireyim severim de!













severim;;;;;bir sahaf kitabındaki nem ve küften



elime geçen inanılmaz sevinci


birilerine geçirememekten


gelişti bende bu bireysellik bilinci

metin altıok

yüreğime benzin döküp kibrit çakan;

ey usta kundakçım iz bırakmayan!

dörtlükler’den

ömrümce kendimi hep sözde buldum;

söz cehennemdi yanıp kavruldum.

yeniden doğdum kendi külümden,

ben anka’ydım konuşuldum.

seninle aramızda

seninle aramızda yürek burkan

gazete haberlerinden önce;

benim keskin sirke kokan

mayalanmış öfkem var.

mETİN aLTIOK

OFFF...BU BLOG BOĞUCU HAVASIZ BİR YER ...içim daraldı


1 Haziran 2010 Salı

davul çalmaya çalışan zurnacı


Çok R O M A N T İ K
bİR aKşam

hımmm kafayı buldum ........
galiba şu kara gözlü kediyi kötü yola düşüreceğim birazdan:))))))))))
aaaaaaa korktu kaçıyorrrrrrr...
kaçma kaçmaaaaaa
gellll
benden sana zarar gelmez benim tüm dokularım, uzuvlarım, oram buram birine ait..
sana benden posa kalır .......


15 Nisan 2010 Perşembe

Dün'den Bugün'e

Sıcacık her şey yerli yerinde...Hayır değil!...
Öyle çok şeyi hasır altı etmiş ki beynim...


Okula giderken annem saçlarımı örerdi. Tarar, tarar sonra koklardı...Derslerimi çalışmamı ,teneffüslerde kudurmamı söylerdi...Ne aksilik aynı gün yakartop oynarken düşer çoraplarımı ve dizlerimi parçalardım.Ya mendil kapmacalar:) Deli saçması olduğunu düşündüğüm çam ağacının iğne yapraklarından taçlar örmem yada papatyadan...Zavallı papatyalar kuruyup giderlerdi...Belki bugün öç alıyorladır...


Ya kolej zamanlarım:))Yatakhanede dansözlük yaparken Madamlara yakalanmam ..hiç hoş değil:))
En ayıp fransızca kelimeleri en önce ezberlemiştim...Peki ya ,,,Herkese tükürmek..ayyy nasıl unuturum:)) bir ara da bu huyum vardı:)Küfür edip tükürüyordum... Sonra Sema abla anneme söylemişti bir araba sopa yemiştim.... Annem----sen gün geçtikçe akıllanacağın yerde ,gittikçe azıyorsun--- demişti:( Şimdi geldiğim nokta , bu sözden yola çıkıldığında korkunç olmalı...
Edebiyat Hocamız Zuhal Hanım; Onu öyle çok severdim ki...çok özlüyorum...Öldü... Kırk sekiz yaşında ..Kanserden... Kompozisyonlarımı tüm sınıfa okurdu...Bittiğinde de - yine korkunç olmuş- derdi..Benim iyi bir tiyatro yazarı olacağımı söyler...Gözlerime BAKAR,,, ama uzun uzun bakar..- Ne oldu benim  sarı saçlıma - deyip gülerdi... Uyuşuk kızdım... O öyle yüzüme baktığında ağlamak gelirdi içimden...
İlk sigara içişimiz ise tam bir piskopatlık senfonisiydi. Okulun erkekler tuvaletinde, Arif, kene , ben ,nejla diye bir kız, paketi saklayacak yer olmadığı için yakıp yakıp söndürüyorduk..Bir paket sigarayı bitirdik...Dumandan göz gözü görmüyordu. Yakalandık :( Disipline gönderdiler...Bugün de öyle yakalanıyorum,,,ama bu kez kendimi disipline veriyorum.Kendi disiplin kurulumu kendim yaptım...İnanın bu çok daha acımasız...
O zamanlar, herşeyin zor olduğunu düşünürdüm..Dersler, anne , baba baskısı, erkek arkadaşımın olmayışı , siyasi meseleler, şişmanlık, sivilcelerim, ucundan çatlayan Quenn LP.'im... Günlerce beni üzerdi...
Bugün, ya bugün....Sivilcelerimi özlüyorum desem bana güler misiniz?...
En çok da okulu kırdığımız günleri özlüyorum...Hemen soluğu Büyükada'da alırdık...Para da yok...İt ayağı gibi dolanırdık...Arif :) deli ya..Bisiklet kiralamıştı son parasıyla , nerdeyse ada da mahsur kalacaktık ,,Allah'tan bzim gibi okulu kıran arkadaşlara rastladık da , yırttık...Aç aç dolanırdık...Kaşarlı tost, Simit , elvan gazozu, çay...işte en zengin menü....

 O günler şimdi büyülü gibi,,,sanki hiç yaşanmamış, hep hayal etmişim..Oysa ki, keşke onlar gerçek olsa, şimdi yaşananlar ,rüya olarak kalsa,,,sabah uyansam,,,Selver beni yakartop oynamaya çağırsa,,, Annem yine saçlarımı örse,,sek sek oynasam,,,Hiçüzülmesem...bana hiç yalan söylenmemiş olsa ve ben yalan söylememiş olsam...Hiç oyunlara kurban gitmemiş olsam, birileri dedikodumu yapmamış olsa...Ben de yapmasam...

Güzel olabilse , dün gibi........................

F.................................

14 Nisan 2010 Çarşamba

esrime

Sevin.

Sevmek güzeldir. İnsan sevdikçe yaşar. Her şeyi sevin; insanı, ağacı, kuşu, böceği, sineği. Sağanak yağmurda sokakta olmayı, yaz sıcağında basket oynamayı, trafikte ıslık çalarak beklemeyi. Hepsi bizim için. Sevsek de sevmesek de bütün bunlar bizim için. Ama hepsini sevmek, sevmeye alışmak yaşamı daha güzel ve yaşanır hale getirir. Hayatın parçası olan kötülükleri bile sevin. Kötü insanları, çamurlu yolları, kokmuş balığı bile.. Bunları sevmek ne mi kazandırır? Bunları sevmekle, iyi olanlarını daha çok sevmeyi öğreniriz. Daha çok sevmekle bir şey kaybetmeyiz. Sevgi, sevgi olarak geri döner.
Yaşam mı?
Şu boktan dünyaya niye geldiğimizi günde kaç defa düşündün? Her gün bir sürü rezillik yaşarız. Trafikte, sokakta, iş yerinde, okulda... Niye? Anlamı ne bütün bu saçmalıkların. "Kötüyü bilmezsek iyinin kıymetini anlamayız!” Nah! Güleyim ve hatta sen de gül. Bizler dünya denen bu çıkmaz sokakta bu salaklıkları yaşarken, diğer evrenler ne alemde çok merak ederim. Yaz sıcağında basket oynayıp, terini soğutmak için oturduğun kırkbeş derecelik gölgede, sivrisinekler kanını emerken hayatın anlamını düşündün mü hiç? Hiç düşünme, hiç tavsiye etmem. Hem de hiç!
Sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, çocuk bayramı. Bütün bu günler bizler için. Unutulagelen değerlerimizi tazelemek için fırsatlar bunlar. Annemize tek bir gül verip yanağına kondurduğumuz minik bir öpücükle, onu ne kadar sevdiğimizi, vefa borcumuzu unutmadığımızı hatırlattığımız bir gün; sevgilimize, en mutlu günümüzde çektirdiğimiz bir resimle hediye ettiğimiz resim çerçevesi ve ölümsüzleştirdiğimiz bir anın hediye edildiği bir gün; babamıza bir kravat, çocuklara birer oyuncak verdiğimiz günlerin olması ne güzel. "Seni seviyorum” diyebileceğimiz özel bir günün olması ne güzel. İşte bu günler, bize "sevgi” denen bir şeyin olduğunu hatırlatıp, gündelik hayatın koşuşturmasına harmanlayan değerli günler.
Az çok ekonomiden çakan herkes şu özel gün saçmalıklarını "şıp” diye çözer. Geçen sevgililer gününde kaç ton gül satılmış biliyor musun? Ya babalar günündeki kravat satışlarını? Bilmezsin tabi, babalara gelmişsin haberin yok! İşte bu günler ekonomistlerin süper buluşu olan; "ekonomiyi adam etme” amacıyla tasarlanmış "aptallara sevgi pompalayıp, paralarını sövüşleme günleri”. Dünya üzerinde bu kadar salak olduğunu düşünmek beni korkutuyor. Birileri uyarmıyor mu bunları? Uyarıyordur herhalde. En azından ben uyarmış olayım seni. Ama hala uyarılmadıysan o senin bileceğin iş. "Yok arkadaş olur mu öyle şey, ekonomistlerin işi gücü gün düzenlemek mi” diyorsan hala, yazının devamını okumasan da olur. Senin gibi kaç salak sevgilisine gül alıyor o gün biliyor musun? Neyse boş ver, bilmesen de olur. Sen devam et gün takip etmeyi. Babalar günün kutlu olsun.
"Sevgili”. Ne güzel bir cümledir. İnsana mutluluk verir. Sevgililere imrenerek bakmaz mıyız hep... El ele tutuşmuş bir mutlu bir çift dikkatimizi çekmez mi hiç? Gözlerini birbirinden ayırmadan konuşan çiftler hoşumuza gitmez mi? Sevgiyi paylaşmanın en güzel yolu, anlaşabildiğimiz bir ortak bulmaktır. Sevgili edinin ve onu sevin, onunla beraber her şeyi sevin. Sevgi paylaşıldıkça çoğalır, çoğaldıkça mutluluk getirir. Mutlu insan insandır.
Sevgililer günü deyince aklıma "sevgi” ve "sevgili”nin ne kadar anlamsız olduğu gelir hep. Nedir sevgili? Arkadaş toplantılarında "tanıştırayım; sevgilim..” diyebileceğimiz karşı cinsten hava atma aracı. Cinsel ihtiyacımızı karşılayacağımız (bu karşı cinsten olmak zorunda değil ama o zaman genellikle arkadaş toplantılarında tanıştıramayız) bir şey. "Oha!” diyorsun şimdi. Ama bu iş böyle güzelim. Sevgilinde seni böyle kullanıyor işte. Paran için, aletin için, kariyerin ve kariyeri için ve hatta diet cola için bir aracısın sen. Bu bir ticaret. Tamamen çıkar üzerine kurulmuş bir müessese. Denemesi bedava inanmazsan. "Seni deli gibi seviyorum” diyen sevgiline "Dün taş gibi bir çıtıra atladım, hem de bakireydi” de bakalım n'oluyor. Veya "mali durumum çok kötü, işten ayrıldım. Hiç harcama yapamam. Hatta bir süre görüşmeyelim, kafamı toplamam gerek” demeyi dene. En fazla bir ay sonra yanında yeni bir sevgiliyle görmezsen gel bana. Seni daha iyi sömürecek birini bulurum ben merak etme. Sevgi bir çıkar oyunu, sevgili de oyuncağı. Oyuncu veya oyuncak olmak senin elinde. Nasılsa bir gün geberip gideceksin, bu tip salaklıklarla vakit kaybetmeden işin tadını çıkarmalısın. Asıl mutluluk budur dostum.
Çoğu zaman fark edemeyiz, yanımızda ki insanın bizi ne kadar çok sevdiğini. Omzumuza yaslanmış sevgilimizle izlediğimiz filme dalıp gideriz. Yanımızda ki sevgi yumağından habersiz yaşarız çoğu zaman. Kedimizi sevmek istediğimiz zaman kucağımıza alırız, bir süre sonra otomatikleşmiş okşamamız kendiliğinden sürer. Bunu kedi bile fark edip çeker gider. Oysa bu yaşam, her anında sevgiyle ve hoşgörüyle yaşanması gereken bir yaşam. Sevildiğinizi fark edin, sevdiğinizi fark ettirin. Ama bu mecburiyetten olmasın. Dedim ya sevgi, sevgi getirir. Seven insan mutludur. Seven insan yapıcıdır, verimlidir. Seven insan insandır.
Sevgilin tutturmuş "kaç haftadır sinemaya gitmiyoruz, yemeğe çıkmıyoruz” diye. Ne yaparsın, mecburiyetten çıkarsınız. Önce yemek, sonra sinema. Sırasını sen ayarla artık. Ama o gecenin sonunda ne olur? Tabii ki yatağa düşülür. Performansa ve havanın durumuna göre birkaç posta sevişilir. Sabah yallah işine. Bir hafta karı dırdırı yok "sinema, cak cuk” diye. Sinema araçtır. Bir ön sevişmedir. Hem de bedava bir ön sevişme. Asıl istek tok karnına bir filmle oyalanıp, sevişme saatini getirmek. Kedin kucağına çıkar, biraz okşatır kendini, tatmin olur ve işi bitince çeker gider. Uyan artık be salak, ne sanıyordun ya?! Sevişen insan mutludur. Biraz dişini sıkıp, paranı harcayarak güller gibi sevişirsin. İşte o zaman hem mutlu, hem de fazlasıyla "yapıcı” olursun. Koçum benim, kim tutar be seni..
Sevgi üzerine anlatılacak o kadar çok şey var ki, bu kısacık yazıya..
Sevgi mevgi hikaye moruk. Keyfine bak, ye, iç, seviş. Bolca seviş, yakaladığınla seviş hatta. Sevgili tam bir saçmalık ki evliliğe hiç girmiyorum. Ha bol paralı birini bulur hayatını kurtarırsın o ayrı konu. Eşinin parasıyla git istediğinle seviş. İşte asıl o zaman senden mutlusu yok. Kedini de boğ gitsin. Ayak bağı artık. Eskidendi kız tavlamak için kedi besleme ayakları. Şimdi cebe bakıyor o işler...


Bu kısacık yazıya sığamayacak bir duygudur sevgi. Hakkında yazılan kitaplar bile yetersiz...
Cebin sağlam değil mi abi? Cazibeni kullanıp, sağlam cepli birine yamanacaksın. İşte o zaman istediğin özel günü takip et. Eşine, eşinin parasıyla mücevherler alıp elinde tut. Metresine eşinin parasıyla mücevherler alıp elinde tut. Başka birine metresinin parasıyla mücevherler alıp elinde tut. Hayat budur işte; elinde tuttuğun şey! Senden mutlusu olmaz o zaman. Sıkı tut. Hem de çok sıkı.
Hakkında yazılan kitaplar bile yetersiz kalırken, sizlere sevgi hakkında bir iki şey aşılayabildiysem, dünyanın en mutlu...
Bak o kadar şey öğütledim ve hala hiç birinden hiç bir bok anlamadıysan, git pencereden dışarı "ben salak bir sevgi yumağıyım” diye bağır. Bu kadar diyorum yani. Ben tüm samimiyetimle sana hayatı anlattım işte. Ders çıkarması senden. Çok çişim geldi. Burada kesiyorum. Bunca şeyden sonra hala "sevgi, sevgili, kıl, yün” diyorsan belanı bulursun inşallah.
Dünyanın en mutlu insanıyım. Hepinizi, her şeyi çok seviyorum. Sizde her şeyi çok sevi...
Ulan sen de bir sktr git ya! Manyak mıdır nedir! Sevgi, sevgi, sevgi... Sçtn ağzımıza sabahtan beri...

deliemin?









29 Mart 2010 Pazartesi

asla okunayacak mektup 2

Binlerce tınısı içinde hayatın ve binlerce rengi ve binlerce yaşamsal alameti… Boğulmadan, daralmadan ve evrenin hakiminin “mutluluk” diye tasvir ettiği kelime ile değil; kelimelerle ifade etmeye çalışırken, sadece iki tanesinin arasında bir aldığımız nefeslerde ve iki kelime arasına sığdırılabilecek ne varsa… İşte hepsinin adına “ne çok özlemişim ben seni…”



“Ne çok sevmişim…” Sanki kalbimi söküp onun yerine seni yerleştirmişim de; ya da her ne yaptıysam unutuvermişim bir daha hatırlamamak üzere… Ne iyi yapmışım… Başımı çevirip de arkama baktığımda “o senin hep gülümseyen yüzünü görmek” sanki yaşamımın en büyük hazzı oluvermiş. İşte bunu fark edememek için insanın ne kör olması gerekir, ne sağır, ne de daha fazlası… Hep bir adım sonrasında büyüyen çığ yumağı gibi, daha da büyüyen, daha da büyüyen. Bir katresi de bir, bin katresi de. Seyri doyumsuz manzaralar gibi. Yanmışım ben , aşk sarhoşu, yanmışım kendimi küllerimden yaratıp tekrar tekrar…


Sana yanmışım, aşka, mutluluğa… Kendimi seninle yakmışım… Sana yanmışım işte, her şeyi kendi anatomisi ile başlatıp seninle yakmışım, içinde en çok kendimi; senin aşkına, seninle başlamasa da seninle bitirmişim her şeyi.
Gün olmuşum, gece olmuşum, sabah olunca yeniden doğmuşum. Bir iken bin olmuşum. İçin de hayat, içinde sen olan ne varsa… Deli gibi aşık olmuşum… Kendimi senin gözlerinde unutmuşum. Bir gün sende benim gibi mutluluk gözyaşları dökersen sevgili, bırak silme gözyaşlarını, bırak öyle kalsın. Sen gibi koksun gözyaşlarında, ben gibi koksun....

birinden bir diğerine


okunamayacak mektuplar 1


"Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum.O korkunç yeniden yaşayamayacağımı hissediyorum.Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım.Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin.Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı.Hayatını mahvettiğimin farkındayım,ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum.. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun.Artık benim için her şey bitti.Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum."

Wirginia Woolf'tan Leonard Woolf'a






,,,

ne ölümden korkmak ayıp ne de düşünmek ölümü....

23 Mart 2010 Salı

tad


Kinetik sarkaçlar.. asıldıkları yerde sessizce duruyorlar. Kimi birbirine eş, kimi farklı tınıda.. ama hepsi asılmış.. hareketsizliğe memnuniyetle bağlanmışlar.. öylesine bezgin, öylesine korkaklar.. Kimi cam, kimi soğuk demir.. Asılmış kaderleri, bencil iletkenlikleri ile duruyorlar yanyana.. Değiştirmeden aktarıyorlar darbeleri.. hepsinde sıra savma derdi.. öylesine aptalca.. Sonu gelmeyeceğini bilseler bile birbirlerini itiyorlar.. Cam küreler biraz daha çatlıyor, tahtalarda birkaç ezik daha.. Yine de vazgeçmiyorlar, en iyisi bu diye sayıklıyorlar.. hiç değilse yerimiz belli.. hiç değilse savrulursam çarpacak birileri var..



Kenetleniyor parmakların kılıcın kabzasına.. Acı ile bükülmüş dudakları, içine işlemiş çatlaklar.. Bir demet beyaz frezya.. Muga!.. İplerini zayıflatsan bile kar..










14 Mart 2010 Pazar

***

Kemerin delikleri gibi hayata açılmış bir deliği gözlerimin ucuyla süzüyor ve sana dokunmayı reddeden yüreğim bu deliklerden geçip arınmak istiyor. Nefesimin sesini unutmuşken sessizliğini nasıl hatırlayayım. Soru sormaktan yorgun düşen bedenim beni neden bu kadar yalnız koyuyorsun bu haksız savaşta? Ben bir yağmur isem sen neden benim düşen damlalarıma kol kanat geren toprak olmuyorsun? Sevda olmak için sevdaya dokunmak değil de sevdayı özlemek mi gerekiyor? Kalemim mi kırıldı yoksa dizelerde kendimi yasak sarmaşığın sevimsiz kollarında dans ederken buluyorum. Duydum ki duymayı seçmediğim sevgisizliğin hazin vedası bana dokunur olmuş. Sen seçmediğim bir diyarda seçmediğim özlemim olsaydın eğer ben seçimsizliğin orta yerinde yine de sana koşardım. Ama sen, ben olamadın. Olgusuzluk mu bizi kaybettirdi yeneceğimiz oyun sehpasında? Sorgulamayı neden hücrelerim bu kadar arzuluyor? Arzudan da öte sevgiye hasret kalan yetim ben mi yoğruluyor semalarımda. Ben bir aşk yazdım. Aşkın derin ufkunu sana anlatırken. Sen neden dinlemeyi bile beceremedin ki? Oysaki her masal dillerimde hoşnutluk sınavını çoktan aşmış gülümsemeyi her şeyi ile yapabilmekte iken?



Bir sevgiliye özlem neden beni kelepire yatan berduşlar gibi devasa yaranın yatağına akan irinler gibi acıtır oluyor. Ben hangi yaşamın sevdasızlığında yandım ki kendime sormadığım sorular bu kadar canıma yetiyor olsun.


Kırgınım. Kendime olan kırgınlığımı anlatacak sözcük kalmadı biliyorum. İçsel içsel susan gözlerim içinde bir alev kütlesini taşır oldu da nasıl söneceği güne koşar olsun. Ateşten gömlek giyen hangi suya atlasın ki söndüğünde yara izi silinir olsun. Ben gömlek giymeyi değil de ateşi kadeh kadeh içmeye koyulmuşum. Şarap dedikleri mayhoşluk iken ben benzersiz ateşin mayhoşluğunda sarhoş olmuşum. Dönüp semazenler gibi şakıyan sulara dans ediyorum. Duymuyor musun kahkahalarımı, ben duyuyorum sağır olan kulaklarımla. Sen ben olmadın ki beni benden ötede duyabilesin. Güneşe dönüp yol alıyorum. Gözlerim benden alınacak biliyorum. Ama değer. Güneşi ben kadar sevseydin eğer sende anlardın ona değer...

10 Mart 2010 Çarşamba

kırık bir şey işte,,

A şaşkın..
A bre ahmak..
Sen de bir suretsin, benim gibi..
Bir atımlık kan, bir çekimlik nefessin..
Yine de yaralar kibrin seni..
yara/lar....Herkes kendi kaderini yaşarmış.

Ben yaşadıklarımı ve yaşayacaklarımı sadece kendi penceremden sorguluyorum.

Aldığım cevapları ise kağıda döküyorum.

Zamanın birinde bir gün batımında,terasta ki sallanan koltuğumda,kaypak rüzgarların,güçsüz çimenleri yaladığı bir akşam üzeri okuyacağım,,,

keşke tüm bir hayatı bir gün gelip hatırlayacağım diye yaşasa insan,,olmuyor elbet,,,,unutmayı biliyoruz,,,

oysa ki;
Güvercinlerin kanat seslerinden ürküp saklanmamızın üzerinden, dilekler dileyip mum yakmamızın üzerinden, kulağımızı çeken öğretmene içimizden dil çıkarmamızın üzerinden yıllar geçti.

Vapurun güvertesinde simidi paylaşmamız, çayımızı yudumlamamızın üzerinden kaç fırtına, kaç bayram, kaç hasret geçti sayamadım...Unuttum sayamadım, dilim varmadı sayamadım, akıl edip sayamadım.

,,,Doğum günüm kutlu olsun.,,,öpüyorum yanaklarımdan,,,,




3 Mart 2010 Çarşamba

bermuda

olanın>>> bitenle alakası yok.
senin yazdığını yaşayanların kafasında olanla alakası var.
kaderle yok, yaşamla yok.
bir yasayla var...
o yasa senin yasan ve benim yasağım.
dokunmadığında,
iyi olan o makinayı dağıtabileceğin gizli civatayı bulduğunda
bozuluyor tüm bu durum.
ve ben taze ölü
ve çocukları pek seven bir kadın olarak
yaşama bir çocuk getirmeyi and bildim.
Bunun iyi bir şey olacağına dair tezahürler de geliştirdim.
bununla ilgili maddesel kaygılar,
bu maneviyatın altında eriyip gidecek kadar kederli bir fukara toplumda yaşamanın bedeliydi,
etrafı fukaralık dolu bir topluma;
geleceği biraz parlak çocuk getirsen de aynı,
çok biraz parlak bir çocuk getirsen de aynı.
yenemeyeceğin ve yenilemeyeceğin kadar mükemmel güdülerle
 donanmış bu daireselin içinde yaptığın şeye bak!
aykırı olmak.
kendi adıma şu:

muhafezekar bir ananın nesnel bir kızı olmak
ve gerekli tüm ahlak kurallarını
bildiğin gibi koymak gibi zorunlulukların var.
anneyi kaybetmenin zulmü var.
lakin olanın> bitenle alakası yok çocuk
karışıklığın endamlı net laflarla anlaşılır yanı var mıdır ki?
türkçe buna yatkın mıdır?
bu dili konuşanlarla iletişim buna yatkın mıdır?
bu dili kullananların seninle anlaşabilme sınırları
kendi kendine biçtiğin anlaşılabilirlik sınırında mıdır?
sen salak mısın?
...
avuntunun boyutları küçülebilir.
dağ yapabilirsin gerekçeli tümsekleri.
bir de bakabilirsin, yok hayat.
benim unuttuğum bazı şeyler olduğuna dair buluntularım oldu.
-giz -denen basit umursama kendine getirdi "nasıl yaşamalı3" denklemini.
kimsenin kimseyle tutunmadığı gerçeğinde,
valideyle divanın köşesinde yaptığımız o acıklı sohbetten kaptım bunu.
...
keşkeleri tepiyorum.
bir de bakıyorum bu tortuya,
donuk bir kadın çıkıyor.
sağaltılmış duygunun kadını olmaya yönelik
eskiden beri bildiğim firdevs kadınına dönüşü özlüyorum.
çünkü hayatımda bireysel kayıplar
ve anlaşılmaz renk solmaları yaşarken
beklemediğim darbeyi yeyiverdim...
ortak aile yaşamıyla ilgili olanları,
gerçek maneviyatları kaybettim.
kurduğum işimi kaybettim.
gittiğim işi kaybettim.
olduğumu sandığım yeteneklerimi kaybetmemeye uğraşıyorum.
ısmarlama bir kadın olmamaya
ve yakın çekimde yalan söylememeye...
ve senden kaçıyorum sevdiğim
seni zorluyorum
sen beni her terk ettiğinde
ben gülümsüyorum...
ben her terk edildiğimde gülümsüyorum
martı gibi çığlık atıyorum
da yine de özlüyorum o nalet göz kapaklarını....

****dom dom kurşunu değdi***


deli- lacivert- iyot - ay- bilumum romantizm


Neden?.. Bilemem, inanın hiç bir belgeye ,bilgiye dayanmıyor lakin şu fotoğrafta
kendimden bir şey yakaladım........Ne yakalamış olabilirim? Öpücük ...evet ,öpücük yakaladım...
Ne saçmalıyorum bilmiyorum,, yine klavyeyi boşa meşgul etmekteyimmm...Bir gün klavyedeki tüm harfler isyan edip fırlayacaklar yerlerinden """" yeter artıkkkkkkkkk"" diyerek.
Güzel bir şarkı, şu --yalnızlar rıhtımı--- bende bu gece sahildeydim...delirdi iyice bu hatun gece yarısı ne işin var bre kadın diye düşünebilirsiniz... Düşünmeyin... degalll (boşver manasına) durun anlatayım..
Anlatayım mı? hehhhe anlatacammm....Kalamış'ta bir mekan bulduk,,,bazen kahvaltıya gidiyoruz. Beni tanıyanlar bilir ben kahvaltı dendimi ; atlarım....Fakat bu akşam yemek yedik akşam yemeği felaketti demek bundan kelli sadece kahvaltı mekanı olarak kullanılacak...Denizin hemen yanında sarhoş ediyor iyot...Ben içki içmiyorum bir süredir ama içenler için kırmızı şaraba hayır diyemeyeceğiniz anları bulabilirsiniz... (haşaaaaa dediğinizi duyar gibiyim ehh..siz bilin gari)
İçerdeydik önce baktım televizyonda - aşk ve ceza - dizisi kıraç - yalnızlar rıhtımını- söylemekte,diziye zaten bayılıyorum, içim aşk tarafından ele geçti...duramadım fırladım...attımkendimi sahile yağmur da tıpış tıpış yağıyor , koyver gözyaşlarını ,,,,ne laciverttir bu ya......ne acıdır... ne sefalettir.....içime iyotu çekiyorum gözyaşına dönüşüp akıyor...fotosentez gibi birşey:)) aşıklar böyle fotosentez yapıyor demek...
ne bakıyorsunuz?
Bir çift bana baktı içimden kemkirdim......anırarak ağlanılamıyor bu ülkede..illa ki barones la Fungen gibi işlemeli mendili gözlerinin iki ucuna dokunduracaksın..sahtelikten göz gözü görmüyor.....
Bu gece dolunay var...denize şavkı vuruyor ben leylim leyyyyyyyy....Bir arkama baktım Kemal 'le Nigar söylene söylene peşimdeler... donmuş gariplerim...

Beni yakaladığında,,, Malatya'lı güzel kadının ilk işi dut pekmezi yedirmek oldu...Hastalanırmışım:))
 abesle iştigal diye buna denir amme ve lakin
bunu ona söylemek için de xxx ister:)
Uleynnnn madara etti kadın beni........bir rahat dertlenemiyorummmmmm..isyanım var...

f



28 Şubat 2010 Pazar

teleskobumun merceğine saklasam seni // 1

Arkadaşım mutfağının ön kısmında ki balkonu kapatarak
kendine, kendi evinde bir alan hazırladı...
Bunu birlikte gerçekleştirdik. Biz eski kızlar bunu seviyoruz...
Her türlü ağacın prototipi, türlü çiçeğin hoş kombinelerini,
bu küçük ama sevimli
odacığa ( limonluk deniyor batı ağzıyla) yerleştiriverdik...
Ortak sevdiğimiz renk olan turuncu hakimiyeti var…Bir de benim berbat tablomsularım mevcut
( bu sanat dışılıklar sanattan hiç anlamayanlar tarafından seviliyor)
İki sallanan koltuk, eskiciden alınmış sehpa yine eskiciden aldığımız
ve düzeltmek için 10 gün
kafa patlattığımız salıncak...
Bu küçük oda, hava boşluğu gibi, soluk almamızı kolaylaştırıyor...
Fırsat buldukça kaçıp dinleniyorum - ruz. Bu odanın özelliği var.
Arkadaşımın oturduğu sitenin koşu

parkuruna bakıyor oluşu ve aklıma geliveren bir diğer özelliği de
sanatçı – manken ,fotomodel ve daha bir sürü,,,??olduğu
varsayılan birinin evini, tam karşıdan kesiyor olması... Yani, müthiş bir
dedikodu malzemesi, biz magazin asıllı kadınlar,
sallanan koltuklarımıza oturup, sanat adına soyunan,
sanat adına sürekli sevgili değiştiren ve
yine sanat adına manasız demeçler veren
birinin evini gözetliyoruz...
İnanın çıplak ve makyajsızken iğrenç görünüyor! Deve gibi bir boyu var.
Yalnız Sezar'ın hakkı Sezar'a
gözlerini bir erkeğe diktiğin de en baba adamın dayanıklılık süresi
10 dakika o da iyimser tahminim…
Tam sayı veremiyoruz ama yaklaşık 12 (oniki) sevgilisi var.
Bunlar belli süreler ve günlerde sanatçımızı ziyaret ediyorlar…
Sanıyoruz ki sanat adına hayırlı şeyler olacak!
Evli sevgilileri ki bunlar akşamları geliyorlar.
Ya da karıları konkene,kuaföre dalmışken
onlarda sanatçımıza dalmak istiyorlar…
Orta yaşlı hoş adamlar,harika arabaları var…
Hiç genç erkeğe rastlamadık,
para bu yaşlı kertenkeleler de…
Gelen yaşlı hovardalardan( raconu bu tabir)
belini düzeltip yürüyeni yok, uzaktan bakınca bel fıtığı,siyatik, lumbagonun
etkisi altında olduklarını anlamak mümkün.
Belki diyoruz; bu bayanın bir gizli tedavi yöntemi var…!!
Kemal böyle söylüyor:)
Hatta o tezahüratını bile yapmış..
“””xxxxxx beni tedaviii etttttt”””
Andropoz canavarlarına duyurulur!
f.

devam edecek bu konu hoşuma gitti…
saat 17:29 Elton John - Nikita dinlenmekte
şekersiz kahve lüpletilmekte,,,






27 Şubat 2010 Cumartesi

annelik notlarım 1990

(bir küçük çocukla anası 1995)

17 kASIM 1990
oğlum doğalı üç gün olmuş. Günlüğüme aldığım notlar;

bir erkek bebek doğdu
üçüncü günü bugün
Yiğit ama (yigido)
komik birşey
uyuyor, emiyor, kaka yapıyor, uyuyor, uyanmıyor
babası deli
eve tezgahı kurmuş
fotoğraf stüdyosu gibi çalışıyor
akrabalar çıldırmış
pipisine bal sürülmeliymiş
ballı olsun diye (tövbe tövbe)
teni tuzla ovulmalıymış
kaynar içilrmiş burada
ısıt dediler
ısıttık
kaynatmamışız ayıp olmuş,
 kaynar kaynatılmalıymış onun için adı kaynarmış
hadi lan için işte dedim, tuhaf tuhaf baktılar
ben de gidip bebeğe baktım, benimki de tuhaftı
babaannesi leğen almış
e küvet vardı dedik
yok leğende yıkanmalıymış
yağlı ballı yemeliymiş,
 süt yaparmış, muş, miş, mış
agop'un kazı gibi yediriyorlar beni,,
saman istiyor canım!
oğlum pembe bir şey
odasına lila rengi boyadığım iyi olmuş..
kendim boyadım karnım burnumda
iki de ayıcık resmettim gerçi daha çok,
 tilkiye benzediler ama!
bir gün önce sancıdan ölüyordum...
ama yine  de seviyordum...
bak yine ağlıyor...
oy oy çok bokluuu bu....
geldimm bebemmm ineğin geldiiii....





26 Şubat 2010 Cuma

kıkırdak doku


İterek veya çekerek, kafasına göre dönerek,
 içinden geçmek için yaratılmıştır tüm kapılar.
 Işınlamasalarda cisimleri,
aktarırlar bizi, bir mekandan başka bir mekana,
 bırakmadan izimizi...
Bütün kapılar açılmalı, sonra tekrar kapanmalı. İş arsızlığa vurursa o kapılar kitlenmeli.
Ancak tüm anahtarlar elinizde de olsa hiç bir kapı ile şaka olmaz.....
 Anahtarı unutup çektiğiniz an o kapı bir daha açılmaz,,,,,,
Ne çeşit olursa olsun, anahtar deliğinden baktığınız zaman cinsel bir özelliği vardır kapıların.:)
 Fakat dikizlemek ayıptır hem etiğe aykırıdır....
 Kapının ardındaki kimmiş bilelim bize yeter.
Yerin kulağı, kapının gözü vardır bakıp görmek için,,,
 ardındaki şahsiyeti.,,,
Yani...
"Kim o?" deyince, "Benim" diye cevap verdin ama,
bakalım gerçekten sen misin anlayalım...
Otomatik kapılar vardır bir de.,,,
 Açılır yaklaştığınız zaman.
Onların işi budur, severler hayatlarını.
Açılırlar bize!!!
içlerinden geçmek istemesek bile!!!
Bazen sırf mutlu etmek için onları,
 dalarım hiç bilmediğim binalara.
Bu sebepten dolayı maruz kalmışımdır
"Ne giriyon abla?" veya
"How may I help you lady?" gibi abuk sabuk sorulara.
Bazı kapılar da kalleştir.
İçinden geçtiğiniz an,
kapanıverir ardınızdan,
yalnız bırakmak için sizi,
binlerce kişinin ortasında.
Ya da daha beteri, bir türlü kapanmazlar.
Hep yarı açık bir şekilde,
ya geceleri ışığı
ya da kötü havalarda rüzgarı alırlar içeriye.
Üstelik rahatta vermez bunlar.
Azıcık itecek olsanız gıcırdar,
öbür odadaki eşi dostu uyandırırlar...

Dikkat edin dostlar!
açmak istediğiniz kapıya.,,
gıcırdatma!
uyandırma!


20 Şubat 2010 Cumartesi

darbe günlüğümden 1 ::::::::::::::::::::))))))))

1. Gün
Ani bir ayrılık duvara atılmış yumruk gibi. İlk başlarda acısını hissetmiyorsun. Ertesi gün parmaklarının bittiği yerden başlayıp beynine ulaşan bir sancıyla uyanıyorsun. Parmak uçlarını hissetmekte zorlanıyorsun. Hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünüyorsun. Özürlü gibi hissediyorsun kendini, engellenmişsin hayattan. Eski neşen kalmamış, diğer insanlar gibi değilsin artık, yürüyüşün, bakışın, sözlerin, hayallerin, kısacası dünyan değişmiş. Kimseyle paylaşmak istemiyorsun acını. İçinde bir yerde sıkıştırıp unutmaya çalışıyorsun. Oysa gözlerine bakan dostların, bakışlarındaki değişiklikten anlar birşeylerin ters gittiğini. Birşeyler ters gitmiştir, duvara toslamışsın.....Bu ben değilim.........ben miyim?
2. Gün
Gittikçe doz artıyor, kanıma zehir karışıyor, geceler ağırlaşıyor, şarkılar batırıyor dikenlerini, çocukluğumdan ve saflığımdan uzaklaştıkça dünya daha da gurbetleşiyor.
3. gün
Milyonlarca böcek var göğüs kafesimin içinde. Tüm insanlık ölmüş dizlerimin dibinde yatıyor.



çay kaşığı ile idare etmek zorundayım///:))

Hiç ummazdım ,,oldu
Sonbahar da,,
hediye gibi geldin HOŞGELDİN,,
seyirlik değil ömürlük olsun,,,
bir yastıkta nasip olsun
gelll koynuma gelll boynuma gelll
akşam gözlü esmer,,,,
S. Aksu
---bunu bana da yazdırabilecek bir kişiyi bile
 tanıyamamış olmak gerçekten kırıcı!!
Karşımda oturuyordu....
 Gözleri,, nemli ve kısıktı, insiyaki gözlüklerini yokluyordu,,,
dudaklarının kenarında da takılıp kalmış melankolik bir tebessüm vardı...Anlamlı olmaya çalışıyordu... Birşeyler anlatıyordu, insanların sosyalleşmeye çalıştığı mekanlarda birbirlerine anlattıkları sıradan, yararsız ziyan şeyler. Dinliyormuş gibi yapıyordum ama dinlemiyordum. Tek dikkatimi çeken elleriydi, konuşurken salladığı ince parmakları Endülüs'de ateşin başında rakseden yanık tenli çingene kadın gibi cömertçe salınıyorlardı ve ellerine baktıkça sarhoş oluyordum. Bir sigara yakıp fincanın içindeki çay kaşığıyla ilgilenmeye başladım. Hayat sıkıcıydı, ulaşamayacağım erkeklere aşık olup bana ulaşamayacak erkeklerle aynı masayı paylaşıyordum. Bunu neden yaptığımı da bilmiyordum, belki sadece merak ya da ümitsiz macera denemeleri. Sıkılmıştım, orta sınıf grunge özentisi yapay entellektüel, hayat hakkında avangard tarzlar güden akıllı gibi duran Matrix özentisi biyonik erkeklerden. Yarım milyarlık cep telefonlarını masaların üzerinde kısa marlboro paketlerinin yanında sergileyerek ve saçlarını dikerek ilginç ve heyecan verici olduklarını zanneden sürülerinden, mutlu kadınların, erkeklerin doldurduğu bu boktan mekandan sıkılmıştım, ondan sıkılmıştım, ümitsiz bakışlarından ve tüm bu sağlıklı pembe suratlı kalabalık içinde gün batımı manzara resminin üzerine konmuş sinek gibi duran kendimden sıkılmıştım.,,,,



Sessizlik..........

integralimi sıfıra çek limit sıfıra gider....


18 Şubat 2010 Perşembe

aşkına eşkiya blogcuuuuuuuu 1( 5. yıla giriyorum orada)

Blogcu  New Osmanlı'nın etkisi altına girdiğinden beri..
Yani F ( firdevs değil:) )ciler ,
doğu masalcıları, doğu - batı 'yı döver komplexlileri,,,, full komplex...
ulan, batı size ekmek atmasa açlıktan tıngırdıyacaksınız...kabul edinnnnnn 
Daha da Davos'a gitmem...artık New York 'ta buluşuruzzzz!!!!
Amaç ne?
Amaç /// bakın heeee biz buaradayız , baskılıyız!! ama hunhar birer katile dönüşebilirizzzzzz !!! hııı..sizi gidiler sizii...hımmm...
hacı cav cav oku nurun artsın!!! ahmet bin tallal, necip bin falfal garip garip adlar,,, öff be   çok acayip!!... ne seviyorlar kulluk edebiyatını yav,,,,,,, baydılar...............
Çeşitli semavi alıntılar, önce hak yeme !! hak!!! ..önce dedikoduyu bırakkk, bırakkkk,,,onun bunun karısını , kızını tavlayıp yatağa nasıl atarım alt düşüncen mıh gibi yapışmış alnına...
 Bugün  ölsen ne bok yersin ? edebiyatı .... vır vır...Kimse müslüman değil Allahtan bunlar var da hepimiz ilim irfan yumağı olduk...Çoluk çocuk bastı her yanı... aman bir sünepe cümleler ıyyyyy...
Biri  bloğuna 8. Henry'nin resmini koymuş işte çıplak dötlü adamların üzerinde oturan kral...diğerleride yazmış ,,, insanları ezmiş,,,cart curt ....ulen o kral ezer geçer,, keşke beni de:))))):PPPPP
zübükler,,,, kıçını çekemeyen heriflere bugün biat ediyorsunuz buna ne denir?

harbi blogcuyu burada yerle bir etcem...
ama onlara söylemeyin haaaaaaaa..... orada yalakalık yapıyorum:)))

riyakarım işte var mı bir şey diyen?
efenim duyamadım?

ganj>> mavikadife'ye tek dalıyor:))

17 Şubat 2010 Çarşamba

evet, olacak,,,,,


Durmaksızın yürüyorum bu kıyılarda,
kumla köpüğün arasında.
Yükselen deniz ayak izlerimi silecek,
rüzgar köpüğü önüne katacak,
ama denizle kıyı daima kalacak.
Kalacak biliyorsun,,,,,,,,